23 Eylül 2020 Çarşamba

Dans dans dans - Haruki MURAKAMİ


Murakami’ nin 1988 de yazdığı altıncı kitabı lakin dilimize 2020 de çevirilmiş yani Doğan kitap günümüze kadar yazar Murakami’ nin 19 kitabını çevirdikten sonra tutmuş yazarın 32 yıl önce yazdığı kitabı çevirmiş !!! o yüzden Murakami’ yi takip etmeyenler bilmeyebilir bu kitapta yazarın Türkçeye ilk çevirilen kitaplarından biri Yaban Koyununun İzinde’ den tanıdığımız koyun adam var …

Karman çorman olduk be kürekçi …

Bence kitabı bir de bu açıdan değerlendirmek gerek yani Murakami yeni yeni yazarlık deneyimi kazanırken, bir nevi geçiş sürecindeyken yazmış bu kitabı …

Her Murakami romanında olduğu gibi cinsiyet, cinsellik, kayıp ve terk etme temalarını içeriyor. Okurlarının bildiği üzere bir Murakami romanında erkek kahraman, bir anne, eş veya kız arkadaşını kaybeder; sonrası belli, karşılıklı saygın konuşmalar, nazik üslup. Genelde yalnız kendi kendine yeten kahraman vs. Romanın içerdiği diğer yaygın Murakami temaları teknoloji, yabancılaşma, saçmalık ve insan bağlantısının nihai keşfidir. Bütün bunlar gerçeküstü öğelerle örülmüş kurguya nakşedilirken hayata ve insan varoluşuna ait pek çok alıntılık diyaloglar bunların hepsi Murakami romanlarının (bence) bu kadar başarı kazanmasının sırrıdır.

Bende yazarın sağlam bir takipçisi olmama rağmen şimdi yazacağım Murakamiseverlerin pek hoşuna gitmeyebilir; yukarıda yazdığım gibi Murakami’ nin başarısı kitaplarında ki alt metindir, yoksa yüzeysel bakarsak kitaplarda net bir olay örgüsü yok yani var ama yok (!). bazen bana öyle geliyor ki yazar yazıyor yazıyor sonra baktı işin içinden çıkamadı hooop paralel evrene geçip bir tünel açıyor konuyu öyle bağlıyor.  O yüzden şurada şu oldu gibi bir yorumdan ziyade Murakami üstüne yazmak daha kolay geliyor.

Hayli karışık ama dediğim gibi buna hiç uyuşmayacak şekilde okuyucuyu kitaba bağlayan bir Murakami romanının sonuna geldik kürekçi !

Doğan kitaba inat yazarı sırasıyla okuyamasakta günlük şeklinde yazdığı 2 kitabı hariç Türkçeye çevirilmiş bütün Murakami külliyatını tamamına erdirdik; mutluyuz …

Hadi bakayım sende çek kürekleri…

22 Eylül 2020 Salı

Eczacı - HENRİ LœVENBRUCK

 ECZACI




“affetmeye giden yol kadar uzunu yoktur şu dünya da” diyor yazar. Bu söze elbet diyecek bir şeyimiz yok, peki ama ya bilgiye giden yol?

Günümüzde her ne kadar bilgiye ulaşmak kolaylaşsa da ortaçağ da, kitabımızın geçtiği yıllar da 1300’lerde olduğunuzu düşünün engizisyonu var, kilisesi var, sapkınları var ve kahramanımız buna ulaşmak için belki de affetmeye giden yoldan daha uzununa adım atmakta zerre çekincesi yoktur…

İşte, “1313 yılında Pariste Andreas Saint-Loup adında kimsesiz bir adam yaşıyordu. Başkentte onunla aynı meslekten pek çok kişi bulunmasına rağmen herkesi ona eczacı derdi. Hak edilmiş bir lakaptı bu çünkü içlerinde en ünlüsü oydu, hem de şehirde hatta tüm ülkede bulup bulabileceğiniz en gizemli iksir, merhem, ilaç ve kürleri o hazırlardı” diye çıkıyoruz bu 750 sayfalık uzun, meşakkatli, gizemli, heyecanlı, politik, dehşetli, ezoterik yolculuğumuza …

Kitabı anlatmaya niyetim yok lakin bu yorumu okuyan herkese kitabı tavsiye etme niyetim var …

Bu yarım tuğla ebatlarında ki 750 sayfalık kitabı elinize aldığınız da ürkmeyin çünkü 2020 de okuduğum şu ana kadar ki en sürükleyici kitap. Hele ki birde tarihsel romanlardan ve gizermli entrikalardan, biteviye komplolardan ve kapalı kapılar ardında uzun koridorlar gibi (deyim böyle değil ama olsun) sorulan soruların yeni çıkardığı sorularda, bilmecelerden… aman kısa keselim neyse onlardan hoşlanıyorsanız bu kitap tadından yenmez…

Çok güzel bir maceranın sonuna gelmişken namaste çek kürekleri kayıkçı …

Yeni maceralara doğru …

21 Eylül 2020 Pazartesi

Altın Köşk Tapınağı - Yukio MİŞİMA


Altın köşk tapınağı ile kafayı bozmuş saplantılı bir genç, ailesiyle problemli, kendisiyle problemli, az sayıdaki çevresiyle problemli e işte üstüne birde kekeme olunca bunca travma arasında nereye oturtacağını bilemediği hisleriyle ve fakat uysal ve bir tapınakta keşiş olabilecek karakteriyle tuhaf bir cenk içinde ...

Yazar Yukio Mişima yazıları, oyunları, resimleri, filmleriyle sanatsal olarak renkli; samuray kökenli ailesiyle de disiplin olarak katı bir kişilik. Bu karmaşayı en fazla hissettiğim kitabı oldu Altın Köşk Tapınağı ...

Kitapta  pek çok bölümde derin içsel yolculuklar, biteviye altın köşk tapınağı metaforunda güzellik kavramı temaşaları, ilginç zen bilmeceleri ve felsefi açıklamalar blabilirsiniz ...

Japon literatürünün en sevdiğim yanıdır; sizi yormayan cümlelerle sizi böylesine yorar, bu yorulmuşluğu da kitabı bitirdiğinizde anlarsınız ...

Seviyorum Japon edebiyatını ...

Tuhaf bir mesele ...




Zaten bu adamların çay içmesi bile başlı başına felsefe, bizde ne bekliyoruz ki kürekçi!


Namaste çekeceğiz tabi ki ...

1793 Kurt ve Bekçi - Niklas NATT OCH DAG

 

Kitap dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm, yani 150 sayfa biraz sıkıntılı ilerledi. Karışık geldi bana. İkinci bölüme geçince gerilim dolu satırlara yavaş yavaş ilerlediğimi fark ediyorum o an. O karanlık atmosfer sarıyor etrafımı. Dehşet ve vahşet girdabına sürüklenirken, o zaman anlıyorum iyi bir yazarla karşı karşıya kaldığımı. Kötülük her yanımı sarmış durumda. Hikayede rahatsız bir şeylerin geleceğini tahmin ediyorum ama bu kadarı çok fazla. Ara verip derin nefes alıp veriyorum. Başım dönüyor. Klostrofobik bir hava var ortamda. Nefes almam zorlaşıyor. Karakter gibi sıkışıyorum o an. Bunu tahmin etmiştim, kitabın başında anlamıştım rahatsız bir şeylerin beni beklediğini. Saf kötülük akıyor sayfalarda. Tüylerim diken diken oldu bu yüzden. Uzun zamandır okuduğum gerilim kitaplarında bu etkiyi hissetmemiştim. Daha derinlere indikçe zihnim bu tiksindirici cümlelerden kaçmak için yanıp tutuşuyor. Beni tedirgin etti. Beni ürküttü. Midemi bulandırdı. Dehşete düşürdü...

Kitabın ilk 150 sayfasını sabırlı bir şekilde okuyun. Asla pes etmeyin. Sonra kötülük dolu bir ortama adımınızı atın ve insanların ne kadar vahşi, ne kadar kötü olabileceğine şahit olun.

Kitabı tavsiye eden arkadaşın
bu yorumunu hiç değiştirmeden buraya alıyorum, dediği gibi ilk bölüm klasik polisiye bu bölümü atlattıktan sonra kitap gerçekten çok sarıyor ilk bölümde ne kadar kitabı yarım bırakma fikri beyninizin kıvrımlarında oluşmaya başlıyorsa da ikinci bölümden sonra işin içine gotik korku öğeleri karışıyor ve o oluşmaya başlayan kitabı yarım bırakma fikri yavaş yavaş siliniyor hatta ikinci bölümün sonuna gelince o fikir tamamen kayboluyor.

Hımmm; düşündüm de gotik korku demeyelim Lovecraft’ la boy ölçüşemez çünkü, gerilim diyeli fakat biraz gotik öğelerde var. Yazar kitaba biraz gülün adı havası katmış yani elbet ikisi çok farklı bence fakat arka planda ortaçağ Avrupası olması açısından benzer. Birde kitabı kötülemek gibi anlaşılmasın da, biraz tutarsızlıklarda var lakin ödül almış bir kitap sonuçta bence o tutarsızlıklar çeviriden kaynaklanıyordur…

Mesela;

· Asfaltlanmamış köy yollarından bahsediliyor

· Disko pistinden bahsediliyor

Kitabın geçtiği dönem 1700 lerin ortaçağ Avrupası hangi yola asfalt dökülüyor, hangi pistten bahsediyorsunuz derler adama, neyse ki bunlar az ama benim gözüme battı açıkçası …

Bu ufak tefek hataları saymazsak kitap oldukça sürükleyici, okuduğuma pişman değilim gerilimseverlere gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim …

namaste çekiyormuyuz kürekleri kayıkçı ?

Öyle mi, ok...


10 Ağustos 2020 Pazartesi

Kumların Kadını - Kobo ABE


KUMLARIN KADINI
KOBO ABE

“ Savaş sonrası Japonyanın önde gelen romancılarından “
Evet, yazarın tarzı okuduğum diğer geleneksel japon yazarlardan farklı lakin romanda kadına bakış açısı hala geleneksel sanki biraz Tanizakimsi (!) ama yine de japon literatürünün geleneksel kalıplardan silkinmeye başladığı bir geçiş dönemi yazarı diyebilirim zannımca (burada hemen belirteyim edebiyat alanında ne bir otoriteyim ne de akademik olarak bir edebiyatçıyım,  evelallah sadece okuyucuyuz ve japon edebiyatına meraklıyım açıkçası)

Kitabı okurken başlarda garip bir şekilde sisifos çağrışımları oluştu gözümün önünde netekim sisifos yunan mitolojisinde ölüler diyarı hadesten kaçmayı başarabilen üç kişiden biridir ama bundan ziyade kitaptaki kum küreyicisi kadınla ilişki kurduğum sisifosun çarptırıldığı bir kayayı bir dağın tepesine çıkarma görevi ama taş son kertede geri yuvarlanacaktır romanımızda ki kadında böyle kaderimi kabullenip heryerden uçan kaçan düşen kumları küremektedir ama kitabın sonlarına doğru sisifosun kayasından farklı olduğunu anlıyoruz amma ve lakin bu kadar anlatma yeterli deyip uzatmıyoruz …

Yukarı da anlattığım köyün yerlisi kadın namı diğer kitaba isim veren kumların kadını lakin neden kumların kadını onu tam sökemedim çünkü kitapta birde erkek var aslında isyan eden, kaçmaya çalışan, planlar kurup sohbeti döndüren hep erkek. Belki de yazar kitap boyunca kadın-erkek eşitsizliğini böyle dengelemeye çalışmış…

Roman kasvetli, hep bir hapsolmuşluk ve bu doğal ve bir o kadarda garip hapisten başarısız kaçma girişimleri yine de herşeye rağmen kaptırıp gittim üç günde bitti kitap, özellikle japon literatüründen hoşlananlar için güzel bir okuma …



4 Ağustos 2020 Salı

Üç Köşeli Dünya - Natsume SOSEKİ

“ dağ patikasını tırmanırken şöyle düşündüm;
Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak insanlarla yaşamak zordur. Bu zorluk arttıkça insanlardan uzaklaşmak ve sakin bir yerlere gitmek istersin. Nereye gidersen git bu zorluğun seninle geleceğini anladığın zaman şiir doğar, resim can bulur. “

Kitap birebir bu paragrafla başlıyor ve doğrusu okuyucuya daha kitabın başından bir Osmanlı tokadı atıyor …

Bir yol romanı; yol derken filmlerde ki gibi road trip değil, içsel bir yolculuk bir arayış bir resim bir şiir belki kent yaşamının hızından kurtulup bir parça huzur …
Okuması bayağı keyifli insana büyülü bir huzur aşılayan harika bir kitap. Kahramanımız bir ressam ve şair olduğundan  olsa gerek düşünceleri, fikirleri geleneksel değil tabi ki …

“ bu hayatta yirmi yıl yaşadıktan sonra dünyanın yaşamaya değer bir yer olduğunu anladım. Yirmi beş yıl yaşadıktan sonra aydınlıkla karanlığın bozuk para gibi iki taraflı olduğunu, ışığın vurduğu yerde mutlaka gölgeninde olacağını anladım. Otuzuncu yılımı yaşadığım şu anda ise şöyle düşünüyorum;
Mutluluk arttıkça hüzünde iyiden iyiye artar. Keyif hissettikçe çekilen acı büyür. Bunları ayırmaya çalışırsan hayatın akışı bozulur. Bir araya getirmeye çalışırsan başarısız olursun. Para önemlidir. Ancak senin için önemli şeyler çoğaldıkça, kaygılar uyku sırasında dahi seninle gelmez mi? Aşk mutluluktur ancak bu mutlu aşk ağırlaştıkça ve taşınması zorlaştıkça insan aşksız geçen zamanlarını daha bir sever hale gelmez mi? “

Klasik bir Natsume Soseki alıntısı/aforizması yoksa lakırdısı mı desem kitap böyle pek çok paragrafla dolu …
Dedim ya bir arayış, ne arıyoruz neyi arıyoruz? Kahramanımız belki de ne olduğunu arıyor onunla beraber bizde arayalım. Netekim Mevlana ne demiş: arayanlar bulanlardır …

Tam da arayış hikayelerinden hoşlananlara göre bir kitap ….
İnsan beşer şaşar bir varlıktır, arada sırada rotadan şaşar kürekçi !
Ve aramaya başlar, topla gel yapması lazımdır, misal; fırtınayı aşmak zordur ama bir aştın mı pür-ü pak devam edersin yoluna ….
Bir daha ki fırtınaya kadar kürekleri namaste çekiyoruz kürekçi …
Eyvallah !