18 Nisan 2019 Perşembe

Kinyas ve Kayra - HAKAN GÜNDAY


İki kutup, tek dünya …
Ya da; tek dünya iki ruh …
Belki de iki kutup, tek mıknatıs ….
Netekim zıt kutuplar birbirini çeker misali iki ayrılmaz bir deli (!)
Sağları solları uyuşmaz iki deli kitapta yazmıyor ama bence kulakları da küpeli …
Kayra fazla iç bükey, Kinyasta fazla dış bükey; ikisi birden hayat denilen uzayı büküyorlar büklüm büklüm …
Kitap ayrılır üç kola
Kinyas içmiş gotu kola
İkinci de Kayra girmiş bir yola
Üçte Kinyas gelmiş doğru yola,
Yok; acaba gelmemiş mi? Sonuçta uzun ve zahmetli yolun sonuna geldik az kaldı…
Şu anlık asayiş berkemal gibi ama Kinyas bu belli olmaz; Gündayında dediğinden “ … çünkü hiçbir zaman tam anlamıyla düşüncelerimizi söylememize yetecek kelimelerin yeryüzünde ki lisanlarda bulunmadığını uzun zaman önce anladım …”

Hımmm….
Neyse; kitabın ilk bölümü yukarıdakinden, netekim Kinyas ta Kayra da yukarıda ki gibi ipe sapa gelmeyen bir hayat sürüyor yani işte bende böyle yukarıda ki gibi dizebiliyorum birbiriyle uyuşmayan ama deyim yerindeyse sessiz ve derinden kelimeleri
Kitap asıl Kinyas la başlıyor yani Kinyasın Kayrayı terketmesiyle. Denilen o ki Günday bu kitaba lise 2 de başlamış üniversiteye doğru bitirmiş işte ikinci bölümdü bunu hissettiriyor, ilk bölüm fazla protest/ anarşist/hızlı yaşa genç öl’ ken ikinci bölümden sonra yazar level atlıyor …

Ve işte; “omnes vulnerant ultima necat”
Ne diyorsun Necati abi hepsi yaralar sonuncusu öldürür mü …
Kinyas …
Kayra …
Ve; hayat …

Namaste çek kürekleri kayıkçı !


4 Nisan 2019 Perşembe

Aşkın Suçları - Marquis de SADE


Yazarın dünya da en bilinen eseri “aşkın suçları” …

Kitap aslında yani üstad Cemal Süreyanın önsözde verdiği bilgiye göre 11 kısa öyküden/novelladan oluşuyor fakat bu kitapta sadece üçü yer alıyor. Marquis de Sade dünya da sadizmin kurucusu ahlaksızlık filozofu olarak tanımlansa da bu kitapları okuyan bazıları ahlaksızlık diye baksa da yine üstad Cemal Süreyanın verdiği bilgileri aynen aktarıyorum; “bu eser Dostoyevski, Lamartine, Baudelaire, Swinburne, Lautréamont, Nietzsche, Puşkin, Kafka ve Apollinaire gibi ünlü isimlerin başucu kitabıdır” işte böyle demek dünya edebiatına tokat atmış bu isimlerde sapığın tekiymiş canım …

Dediğim gibi üç kısa hikaye de “erdem” etrafında dönüyor
Kitabın dilin sanılanın aksine edebi …
Mesela ilk hikayemiz Florville ve Courval her ne kadar genç bir kızın ahlaksız madamların elinde kötü yollara düşmüşlüğünün itirafları şeklinde olsa da hikayedeki genç kızın kullandığı dil aslında çok düzeyli, hatta terbiyeli ve sanılanın aksine pornografiden son derece uzaktır hatta kitabı okuduktan sonra Sade hakkındaki düşüncelerinizde değişecektir …

Neyse fazla anlatmayalım önyargılarını kırmak isteyenleri önyargıları ile baş başa bırakıp şu alıntıyı da buraya yazıp kaçıyorum;
… şöyle diyorlar, her ulus kendine göre bir erdem yarattığına göre, erdem diye bir şey yoktur. Çok saçma bir görüş bu. Bir ırmak binlerce küçük kola ayrılır diye o ırmağın varlığından kuşkulanabilirmiyiz”

Yazarın en “soft” eseri Aşkın suçları, erdemin ve tutkunun elinde köle olduk netekim …

Namaste çek kürekleri kayıkçı!


Düşerken - Tarık TUFAN



İlk Tarık Tufan deneyimim oldu …
Boşluğa düşmüş iki ruhun romanı, biraz Albert Camusumsu tat bıraktı ssanki biraz yeraltımsı bir roman
Yazar Tarık Tufan alınmasın ama sanırım baş kahraman biraz “her devrin adamı” bir liboşa benziyor lakin hayatına üst kat komşusu Jülide işin içine girince sanki kabuk değiştirip bambaşka biri oluveriyor Jülide ise bir ressam ve sanatçı olarak daha derin aykırı,  kitaptaki deyişle efsunlu bir tip derken az önce yazdığım gibi İshaka bir doz Jülide etkisinden sonra işler değişiyor …
Fazlasıyla iç burkan bir kitap …
Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir dercesine birbirinin hayatına girmiş iki insan olaylar bir Jülide bir İshağın bakışıyla anlatılıyor …
Acaba gitmek mi kolay kalmak mı? Zaten kitabın giriş cümlesi “insanın en ölümcül yarası içinde an be an büyüyen gitme hevesidir1 lakin bence insanın pe çok ölümcül yarası vardır EN diyerek sınırlamayalım

Sonuçta kitap bence ortalamanın üzerinde, daha taze çıkmış tabi ki zaman belirleyecek …

Kadınlar Ülkesi - Charlotte PERKINS GILMAN


Önce kitaptaki yazar tanıtımı kısmından birkaç satır yazmakla başlayalım işe; 1860 yılında doğan Gilman, döneminin önde gelen feminist aktivist ve sosyologlarından biri olmasının yanı sıra roman, şiir, deneme ve öykü yazarıydı. Sıradışı hayat tarzı ve ütopik feminist ideolojisiyle kendinden sonra gelen feministleri için önemli bir emsal teşkil etti …

Kitaba gelince adından da anlaşılabileceği gibi ilginç bir konusu var lakin eser bilimkurgu klasikleri arasında yayınlansa da özellikle erkeklerin olmadığı bir ülke de kadınların hepsinin nasıl olupta anne olduğu konusunu bir iki cümle ile geçiştirmesi ile pekte “klasik” sınıfına giremeyeceğini düşündürtüyor …

Bu konu bir yana feminist bilimkurgunun ilk örneklerinden sayılan kitap üç Amerikalı maceraseverin bir keşif gezisinde halk arasında geçen kadınlar ülkesini araştırmasıyla başlıyor. Kitap bence akıcı, hafif merak uyandıran, ılımlı bir üslupla yazılmış, şahsen son 10-15 sayfası aşkitom tarzına düşüp beni sıktı lakin bir oturuşta bitirdim
Kadınların erkekler olmadan 2000 yıldır bir medeniyet oluşturmaları, nesil nesil uzun “çalışmalarla” olumsuzluklardan arınma arayışı,yönetim biçiminden tutun dinine, kültüre,  tefal reklamlarında ki gibi “birlikte hep daha iyiye” düsturları vsvs kitabı hayli ilginç kılarak merakınızı gıdıklıyor
Ayrıca bir kon var ki; ülke de annelik hayatın amacı gibi bir şey, her ne kadar feministlere öncü olmuş bir yazar olarak tanımlansa da işte yazarın distopyası böyle yani anladınız Charlotte P Gilmanın, Ursula K Le guinin
feminizmi Türkiye de bildiğimiz Süsen Erkuş feminizminden çok çok farklı …
Bu da bizim çakma feministlere küpe olsun ….

Süsen Erkuş dedim ya kadın düşmanı ilan edilmeden kaçalım netekim yiğitliğin on da dokuzu kaçmaktır …
Namaste çek kürekleri kayıkçı !

Bütün İsimler - Jose SARAMAGO

Merkez arşivin hizmetinde olarak çalışan falancanın filancası, falanca ve feşmekancanın filan tarihte bu kentte doğmuş kızları geçmiş mevcut ve gelecek yaşamı ile ilgili tüm bilgileri bulmak ve araştırmak için … dur dur dur stoooop !
Amma ve lakin sonuçta yazarın kitabın bilmem kaçıncı sayfasının falan feşmekan satırında yazdığı gibi “Sonunda Don Jose sokağa ulaştığında bacakları titriyor, alnından terler akıyordu, Sinir yumağına döndüm, diye azarladı kendini” iş bu satır da Don Jose yerine beni koymak gerekecek netekim

Nokta virgül demeden uzun uzun katar katar satırlar, tırnak olmadan düz yazı gibi arka arkaya konuşmalar, koşarcasına, yutarcasına, saldıra saldıra okunan metinler işte Saramagonun hem çileden çıkaran ama okudukça eğlendiren, güldüren, bi’ daha bi’ daha uzun ve zahmetli üslubu
Konu aslında o kadar da civcivli değil
Nüfus memurluğunda kitaptaki deyişle merkez kayıt arşivinde 25 yıldır çalışan işinde başarılı sayılan kendince kusurları olan hayli katı ve monoton bir yazıcının günün birinde yani daha da açmak gerekirse bulunduğu bina da yapılan bir kısıtlama sonucu ezber bozarken tesadüfen orta yaşlı bir kadının fişiyle karşılaşarak bu kadını takıntı yapmasını konu alıyor lakin kitap Saramagonun sihirli dokunuşlarıyla hayat buluyor yazar tam bir laf cambazı ve biçem üstadı satır aralarında son kertede taşı gediğine koyuyor 
Mesela Don Josenin gününü anlatırken öyle bir anlatıyor ki alıntılık cümleler, psikolojik tahliller vs işte hikayeyi ilginçleştiriyor ortaya gerçekten keyif verici bir eser çıkıyor. Mesela don josenin bir mevzu yüzünden (ne olduğunu yazmıyorum spoiler olur çünkü) aldığı bir kararı anlatırken araya şöyle bir tahlil sıkıştırıveriyor ki yazmadan duramayacağım;

“ … insanlar, ne kadar belirsiz olsa da kişilikleri ne kadar az olsa da, otoriteleri hakkında o kadar kıskançtırlar ki, son adımı atmadan önce uzun uzun düşündüklerini, lehte ve aleyhte olan yanları ölçüp biçtiklerini, olasılıkları ve alternatifleri tarttıklarını ve yoğun bir zihni çalışma sonucunda nihayet bir karar aldıklarını ima etmeyi tercih ederler. Bu işlerin hiçbir zaman böyle olmadığını söylemek gerek…”

Aslında burada bitmiyor işte böyle, karar almayı iştaha benzetip kişinin iştahı olmadan yemek yemeyeceğini yemek yemek içinde vücudun … öf neyse işte o

Uzun lafın kısası bu yazarın her kitabında sinirleniyorum, gülüyorum, eğleniyorum anlatması zor ama okuduktan sonra gerçekten tat bırakıyor
Anladınız sanırım Dostoyevski ile beraber en sevdiğim yazar bu müstesna kişilik …

Herkese tavsiye edeceğim bir yazar ama belirtmek gerek ki yukarı da anlatmaya çalıştığım nedenlerden ötürü bu yazarı ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz … 
Zaten kendisi gomonistin teki :) kominist partiye bile üyeymiş sahi diyorum bak

Namaste çek kürekleri kayıkçı !